“Değerli milletvekilleri, terörde 30.000–35.000 insanımız kaybedilmiştir. Maddi kayıp, doğrudan harcanan paralar ve dolayısıyla kaybettiklerimizle beraber tahminen 200 milyar dolardır. 200 milyar dolar, 300 katrilyon Türk Lirası eder ve bugüne kadar ölü veya sağ olarak ele geçirilmiş, bertaraf edilmiş, pasifize edilmiş PKK’lı sayısı 29.000-30.000 civarındadır.
Bu hesabı özellikle iyi dinlemenizi istirham ediyorum. 30.000 PKK’lı ölü veya sağ bertaraf edilmiştir ve 300 katrilyon Türk Lirası harcanmıştır. 1 PKK’lının bertaraf edilmesinin devlete maliyeti 10 trilyon Türk Lirasıdır.
10 trilyon Türk Lirasıyla bir PKK’lı bertaraf edilmiştir!”Hüseyin ÇELİK, AKP Van Milletvekili, 2001.
- Adın ne senin?
- Rubar.
- Gerçek adın ne?
- Ahmet.
Oldukça zayıftı, kara ve kuru, kısa boylu, esmer mi esmer tenli.
- Nasıl katıldın bu örgüte?
- Beni on yaşında iken köyümüzden kaçırdılar. Seni kaymakam yapacağız, dediler. İş vereceğiz, maaş bağlayacağız, devletimizi kuracağız, dediler.
- Ya sen kimsin?
- Çiyan.
- Nerelisin?
- Suriyeli?
- Neden katıldın bu örgüte?
- İşsizdim. Ayda 50 dolar maaş vereceklerini söylediler, bu yüzden katıldım.
Anladım; bu zayıf, kara ve kuru, kısa boylu, esmer mi esmer tenli olanların içinde ne ararsanız vardı; on yaşında kaçırılanlar, kandırılanlar, iş bulma umuduyla örgüte katılanlar, macera arayanlar, anasının dırdırından bıkanlar, sevdiğine kavuşamayanlar, aşiret baskısı ve kan davalarından kaçanlar. Ne acı!
Örgüt, çaresiz doğu halkımız için bir iş bulma kurumu ya da psikolojik danışmanlık, belki de sosyal hizmetler merkezi olmuş; her derde deva oluyor. Katılanların ise, geri dönme şansları pek yok; ya öldürecekler ya da ölecekler! Bu ne biçim kader?
İnanın, bunların içinde şu ya da bu şekilde örgüte katılıp da sonradan pişman olmayanı pek azdır. Ama örgütün yöneticileri bunu bildikleri için, önce bunları eyleme zorlar, katil yapar. Sonra da, “Siz asker öldürdünüz. Askere sığınırsanız o da sizi öldürür’’, der ve korkutur. Bu zayıf, kuru ve karalar ne yapacağını şaşırır; kaçsa örgüt öldürecek, teslim olsa belki asker öldürür. İki ara, bir dere meselesi bu.
Belli ki çocukken iyi beslenememiş Rubar; boy oldukça kısa, vücut ufak ve ince, sanki gelişimini tamamlamamış bir varlık gibi. Saçlar kıvırcık ve kirli. Yüz yanık, avurtları çökmüş. Eller nasırlı, duygusuz. Ama ayak kasları güçlü, dağ taş demeyip günlerce yürümekten. El bilek kasları güçlü, yalçın kayalıklara tırmanmaktan. İşaret parmak kasları ise çelik gibi, hain kurşun atmaktan. Mide ufalmış, bir avuç bulamaçla günlerce yaşamaktan. Başkaca bir özellikleri yok zaten; güç yok, kuvvet yok, atiklik yok, hepsi bu bunların. Hepsi birbirine benziyor; ufak tefek, kara ve kuru.
Üzerinden çıkanlara baktım; eski bir sırt çantası, içinde bir yanık tabak, bir avuç un, bir defter anılar için, başka bir şey yok. Üstünde haki bir elbise peşmergelerin giydiğinden cepleri boş, ayağında mekap, çorapsız, her bir şeyi kir, kirli, günlerce su yüzü görmemiş. Bir Kaleşnikof piyade tüfeği, beş şarjör, yüz elli mermi. Dört el bombası Rus tipi, eski, paslı.
Beline sardığı uzun mu uzun bir kuşak, metrelerce. Bu; Yüksekova Uzunsırt’ta komando teğmenini şehit etmek için kayalıklara tırmandığı kuşak! Bu; Aktütün Bayrak Tepe’de “hudut namustur’’ deyip vatan borcu için askerlik yapmaya gelen yirmi iki vatan evladını şehit etmek için kayalıklara tırmandığı kuşak! Sonradan anladım ne işe yaradığını bunun; tırmanmak ve beline sarıp açlığı azaltmak yani bir avuç bulamaçla günlerce yürüyebilmek için.
Ufak tefek, kara ve kuru olarak tanımladıklarım sayıca çoktu, belki binlerce. Hepsi de dağda. Beyin yok, düşünce yok, bilinç yok, acıma yok, duygu yok, bir başka bunlar, tanımı zor. Hepsinin küçük yaşta örgüte götürüldüğü kesin, on ila on beş yaş arasında. Hepsinin günlerce, aylarca, yıllarca aç ve susuz dağlarda zorla yürütüldükleri kesin. Düşünmelerine, sevmelerine, yeşilin güzelliğini görmelerine izin verilmediği kesin. Üç beş lafın, Marks gibi, Lenin gibi öğretildiği kesin. Bunları yöneten ne derse o olur; kendileri düşünemez, muhakeme edemez, karar veremez. Pişmanlık yasası, eve dönüş yasası filan boş bunlar için. Ne varsa ne yoksa, bunları yöneten İmralı gibi yerdekiler.
90’lı yıllarda bu dağdakiler, onbeş kişilik gruplar halinde dolaşırdı arazide. Grup başını saymayın ve de yardımcısını, çünkü onlar iri, yarı ve de iyi beslenenler sınıfındandır, geri kalan on üçü ufak tefek, zayıf, kara ve kuruydu. Her grupta en az iki RPG-7 Roketatar, bir ya da iki Biksi otomatik tüfek bulunurdu. Kalanlar Kaleş piyade tüfeği yanında dört el bombası ve bir de sırt çantası taşırdı.
Gene o yıllarda devletin bir jandarma karakoluna en az on grup birleşerek saldırıya geçerdi, korkularından. Köylere ise, vatandaşımız savunmasız olduğu için bir grupla rahatça girer, küçük yaştakileri kaçırır, kadın ve çocukları ise erkekliklerini göstermek için kurşuna dizerlerdi. Bir de üstüne üstlük bu masum vatandaşlarımızın evlerini ve ahırlarını yakarlar, sürülerini çalarlardı. Silahlı kuvvetlerimizin kararlı mücadelesi sonucu bu dağdakiler azaldı, testi gibi kırıldı. Kimileri kaçtı, kimileri Barzani’ye sığındı, kimileri Talabani’ye ama çoğu öldü dağlarda.
Sonra yıllar birbirini kovaladı, devran döndü, mertlik bozuldu, sayıları azaldı ama bu sefer hain düşüncelerle, hain pusularla, hain bombalarla ortaya çıktılar. Dağlarda üç beş kişilik gruplar kurdular. Karakollara saldırı yerine yollara mayın döşediler uzaktan kumandalı kendileri gibi, haince patlattılar, şehit ettiler askerimizi, korucumuzu, vatandaşımızı. Artık teröristtin de teröristliği kalmamıştı; yerdekiler dağdakilerin önüne geçmişti siyasi kol ve kanatlarıyla, belediye başkanlarıyla, Avrupa Birliği masalıyla ve de bizi yönetenlerin gafletiyle.
Peki, bunlar dağdan iner mi?
Kendi haline kalsalar inecekler ama yerdekiler rahat vermiyor ki; İmralı var konuşan, siyasileri var konuşan, Barzani var, AB var, Amerika var, Mossad var konuşan. Bir bunların sesini kesebilsek!
Sizce bunlar, bu dağdakiler ne ki?
Gerçekten bunu bir sosyologa, psikologa, doktora sormalı; bir insanoğlu, küçük yaşta insanlık dışı bir uygulamaya maruz kalırsa yıllar boyu, o insandan ne olur? İnsan olan, insanlığından çıkar mı acaba, bilmek için sormalı bir bilene.
Medyanın ve dünyanın terörist dediği, bizce teröristten ziyade bir robot özelliği taşıyan bu katillerin hepsi beş bin ise, dört bini dağdakidir; ufak tefek, zayıf, kara ve kuru ama simsiyah, gözler simsiyah, bakışlar simsiyah, duygu yok, düşünce yok. Garip bir varlık bunlar, ne olduklarını bilmek için tanımak gerek. Bizce bunları yani bu dağdakileri, yani bu ufak tefek, kara ve kuruları yok etmek için bir şehit vermemiz gerekiyorsa, bu bir şehidi vermeyelim. Yazıktır şehidin anasına, yârine, evladına. Bizce, şimdilik bırakalım dağda kalsınlar.
Bunların korktuğu neydi?
Yerden gelen sesler, onlara kumanda edenler.
İnanın bu yerdekileri yok edin, dağdaki ufak tefek, kara ve kurular şaşıracak, ne yapacağını bilmeyecek, panikleyecek, kedi gibi pusacak bir taşın altına. Sonrası kolay; önce beklerler, baktılar yerden gelen ses yok, gene beklerler korkularından, gene ses yok, yavaş yavaş, tıpış tıpış dönerler geldikleri yerlere. Gelmezlerse bu onların sorunu bizim değil, tek tek ölürler bir dağın, bir taşın ardında, kimse de ağlamaz arkalarından.
92’de Şemdinli’ye geldiğimde, o vakte kadar hiç terörist görmemiştim. Kimdi bunlar, neyin nesiydi, bilmiyordum. PKK’yı anlamak demek , dağdakilerle yerdekilerin kim olduğunu bilmek, coğrafyasını tanımak demektir. Dağdakilerin halini anlatmak size zordur çünkü anlamak zordur dağdakileri. Ama bilmek istemeseniz de dağdakiler bizimdir, onlar da bizim dağdakilerdir.
Yıl 92 olup da çatışmalar artınca, her çatışmada onlarcası yere devrilince, kampları ele geçirilip haritadan silinince, Irak kuzeyi teröristler için güvenli yer olmaktan çıkınca, bu terörist dediğimiz hainlerden arta kalanlar bir bir teslim olmaya başladı. O zaman gördüm bunların kim olduğunu; gözler siyah, saçlar siyah, düşünceler siyah, yürek siyah kısacası simsiyah bir varlık olduklarını gördüm bunların. Çok düşündüm, bunlar neyin nesidir, diye.
Devamı için Erdal Sarızeybek sitesini veya FikrimYok.Com'u ziyaret edelim..
Yedi Milyon Dolarlık Terörist