Bir kızgınlık seli alıp götürüyor beni. Anlatamıyorum. İçimde bir öfke var, kime, niye, bilmiyorum. Belki bir aldatılmışlık duygusu.
Siz hiç sevdiniz mi? Peki ya aldatıldınız mı hiç? Hesabını sordunuz mu? İçiniz rahat yani öyle mi? Benim değil, içim rahat değil. Ben de sevdim ama aldatıldım. Belki de içimdeki öfke bundan.
Kimine göre, 1987-2001 arasında PKK katillerinin eylemleri sonucu; 5.040 şehit, 3.664’ü asker, 1.177’si korucu, 199’u ise polis. Bu eylemlerde 4.466 vatandaş hayatını kaybetmiş. Yine aynı dönemde, 11.037 asker yaralanmış, 5.474 vatandaş. Bu ne demek bilir misiniz? İstiklal Savaşında bu kadar şehit vermedik! İnönü savaşlarında toplam şehidimiz 1.588, Sakarya’da 3.280, Büyük Taarruz’da 2.542!
Anlamıyorum gökyüzü niye ağlamıyor? Şimşekler niye çakmıyor? Niye yıldırımlar, kasırgalar yok? Bize ne oldu?
96 öğretmenimiz şehit olmuş. PKK denen katiller 508 çocuk öldürmüş, 519 kadın. Bir o kadar da yaralı. 305 cami ve PTT binası ile 241 okul tahrip edilmiş, 1.124 iş makinesi yakılmış. Terörün ilk hedefi insan olmuş. Sonra inanç yeri. Sonraki ise halkla devlet arasındaki irtibat. Bizde rakamların dili yok, konuşmuyor. İnanın bana bu sayılar az. Terörün bize verdirdiği kayıplar bunun çok üzerinde. Gerçek rakamları bir ortaya koyabilsek!
760 Bixi makineli tüfek ele geçmiş teröristlerden. Yanında 507.030 adet mermi. Sadece bu mu? 54 uçaksavar ile 176.771 adet mermisi, 151 havan, 1.559 roketatar, 46 bombaatar, 341 Kannas Keskin Nişancı Tüfeği ve 11.000 mayın. Sizce bir ordu donatmak için yeter mi bunca silah, bunca cephane!
İsterseniz önce şu silahlara bir bakalım, sonra teröristi konuşalım. Silah demek para demek ve de uluslararası kaçakçılık demek, nasıl oluyor bu iş, nerden geliyor bu para? Öyle ya, siz ben gitsek, bize kim verecek bunca silahı, bunca cephaneyi. Peki ya para?
Bakın katil Öcalan, yakalandıktan sonra alınan ifadesinde ne diyor:
“Avrupa’dan yılda 30 milyon mark aidat toplanıyor...
Gruplar gümrük adı altında kaçakçılar ve tüccarlardan para topluyorlar...
Zagros ( Şemdinli Üçgeni) kendini finanse ediyor. Gümrük vergisi alınıyor...
Herkesten gücüne göre bağış veya vergi adı altında para toplanıyor... ’’
Bu bölücü başı Abdullah Öcalan ne zaman yakalandı? 16 Şubat 1999’da.
Şimdi yıl kaç? 2006.
Kaç yıl geçmiş aradan? Yedi yıl.
Değişen ne? Değişen hiç!
İmralı’da yatan katilin yedi yıl önce dediği gibi, bugün de İran ve Irak sınırında kaçakçılardan gümrük adı altında para toplanıyor. Avrupa’daki işçilerimizden haraç alınıyor. Silah kaçakçılığı devam ediyor. Halktan bağış diye zorla para alınıyor ve PKK uyuşturucu kaçakçılığını organize ediyor. Nasıl olur bu, diyorsunuz içinizden benim gibi. Ama dediğinizle kalıyorsunuz. Oluyor işte bunlar! Nasıl mı? Bir Milletvekilimize kulak verelim:
Doç. Dr. Hüseyin Çelik (Van). Yer Türkiye Büyük Millet Meclisi:
“Değerli milletvekilleri, hayvan girişleri, başta Şemdinli, Yüksekova ve Başkale olmak üzere tüm İran ve Irak sınırları boyunca olmaktadır. Biraz önce de belirttiğim gibi, İran, Afganistan, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerin hastalıklı hayvanları, İran ve Iraklı tüccarlar tarafından sınırlarımıza getirilmekte ve bazı Türk vatandaşları tarafından burada satın alınmaktadır. Bu hayvanlar yurda girişte, sınırlarımızın karşı tarafında PKK’nın üç beş kişiden oluşan gümrük merkezlerinden geçmekte, bu geçişte de PKK’ya, hayvan başına ödenen fiyatın yüzde 10-15’i oranında bir para ödenmektedir. Bu yolla, PKK’nın, sırf geçen yıl topladığı para mevcudu 30 trilyon lirayı aşmıştır. Özellikle, bölücü örgütün son yıllardaki finans kaynağı hayvan kaçakçılığıdır.”
Diyor ki bu milletin vekili, sizi şehit eden mermilerin, silahların nasıl ve nereden alındığını biliyoruz, biliyoruz kaçakçılık ne demek, terör ne demek! Peki, soru şu o zaman; biliyorsunuz madem, neden önlemiyorsunuz?
Aldatılmışlıktan doğan bir öfkeyle sizin de kızdığınızı biliyorum. Zaten bu aldatılmışlık duygusu insana kitap yazdırıyor sayfalar dolusu.
Yine kesin olmayan rakamlara göre, 1987-2001 yılları arasında teröristlerle güvenlik kuvvetleri arasında çıkan silahlı çatışmada; 23.473 terörist ölü, 3.196’sı ise sağ olarak ele geçirilmiş, 2.381 terörist teslim olmuş. Yaralı olarak ele geçenlerle bu rakam 29.671’e ulaşıyor. Büyük bir rakam bu, çok da önemli. Soru şu: Kim bu 29.671 kişi? Irak’tan mı geldi, yoksa İran’dan mı? Hayır! Saymayın üçü beşi, bunların hepsi içimizden çıktı. Nasıl mı?
Terörist demek kaçak, kaçak para demek diyorum ama anlatamıyorum ki! Bakın, aynı milletvekilimiz ne diyor: “Değerli milletvekilleri, terörde 30 000–35 000 insanımız kaybedilmiştir. Maddi kayıp, doğrudan harcanan paralar ve dolayısıyla kaybettiklerimizle beraber tahminen 200 milyar dolardır. 200 milyar dolar, 300 katrilyon Türk Lirası eder ve bugüne kadar ölü veya sağ olarak ele geçirilmiş, bertaraf edilmiş, pasifize edilmiş PKK’lı sayısı 29 000-30 000 civarındadır. Bu hesabı özellikle iyi dinlemenizi istirham ediyorum. 30 000 PKK’lı ölü veya sağ bertaraf edilmiştir ve 300 katrilyon Türk Lirası harcanmıştır. 1 PKK’lının bertaraf edilmesinin devlete maliyeti 10 trilyon Türk Lirasıdır. 10 trilyon Türk Lirasıyla bir PKK’lı bertaraf edilmiştir!”
Görüyor musunuz; bizim ülkemizde bir terörist 10 Trilyon ediyormuş!
Neyse, biz gelelim şu otuz bin teröriste. Herhalde bunların hepsinin aynı gün terörist olduğunu düşünmüyorsunuz, değil mi? Öyleyse yıllara bakalım.
Örgüt ne zaman kuruldu? 1978.
Hâlâ katılımların devam ettiği yıl? 2006.
O halde diyelim bunlar tam 30.000 olsun. Aradan geçen yıl sayısı 30. Demek ki her yıl 1.000 kişi katılmış örgüte. Eh, bu sonuç normal! Sonra hepsine de katılım demeyelim; bunun içinde cebren kaçırılanı var çocuk yaşta, kandırılanı var cahil, iş bulma umuduyla gideni var. Bunları düşerseniz karşımıza taş çatlasa bin kişi çıkar. Kemikleşmiş kadro bu! Belki çoğunu da tanıyoruz. İstiklal marşını söylemeyen kim? Şehitlerimiz için saygı duruşunda bulunmayan kim? Demek ki onca yıl, şu bin kişiyle baş edememişiz biz! Yazık, yazık geri dönmemecesine giden binlerce cana, ardından ağlayan çaresiz canana, bize yazık!
Şimdi soracaksınız, bu kadar kişi nasıl kandırıldı, nasıl kaçırıldı? Göçleri unutmayınız, işsizliği, eğitimsizliği, aşireti. Bir de bunlara seçtiklerimiz ve onların atadığını ekleyin yani otorite kaybeden yöneticilerimizi, saygınlığını ve de halkın güvenini yitiren devletin adamını. Eh! Bu sonuç da normal! Hâlâ Türk bayrağının dalgalandığına şükredelim.
Hadi diyelim, dış güçler, destek, para, kaçakçılık! Adı ne olursa olsun, onlar harıl harıl çalışırken devletin istihbarat güçleri ne yapmış, bir de ona bakalım. İstihbarat bu, oyun değil, istendiğinde uçan kuş bile bülbül olup şakıyor.
Gerçekten ne olup bittiğini bilemedik mi? Bildik de söylemedik mi yoksa?
Yıl 1992. Yer Şemdinli.
Güvenlik güçlerindeki silahlar: G-3 Piyade Tüfeği, MG-3 Otomatik Tüfek, 89 mm. Roketatar ve tabanca, esas itibariyle bunlar.
Teröristlerdeki silahlar: Kaleşnikov Piyade Tüfeği, Bixi Otomatik Tüfek, RPG-7 Roketatar, Kannas Keskin Nişancı Tüfeği.
Karşılaştıralım ikisini, terörist ağır basar. Doğru değilse söylediğim, teröristlerin yıllar önce kullandığı silahları biz şimdi niye satın alıyoruz ki? 89 mm.lik roketatarımız yok artık. Kullanmıyoruz, ya hurdaya gitti ya da depoya. Yerine RPG-7 var. Yani teröristlerin roketi! 92’den sonra bolca Kannas aldık, Çin’den Rusya’dan, Bixi ile beraber. Bunlar da teröristlerin kullandığı silahlar. Biraz garip değil mi? Üstelik acı. Bir yandan terörist hep bir adım ilerde, diğer yandan hep aynı yerlerden alışveriş yapıyoruz. Merak ediyorum inanın, ölürken kimler seyrediyordu bizi?
İstihbaratımız niye farkına varmadı bilmem ki? Hadi silahı geçtim, ya sayılar? 92’de binlerce teröristin Irak kuzeyinde toplandığını, karakollara baskın yapacağını niye haber alamadık ki? Bir garip binbaşının gördüğünü, istihbaratımız görmedi mi sizce? Yani, kargayı biz mi besledik! Saddam güneye çekildikten sonra, PKK’nın buraya yerleştiğinden, silah ve cephane temin ettiğinden, Hakurk denen kampa binleri topladığından gerçekten haberimiz olmadı mı dersiniz? 92 Ekim harekâtı sonrasında, PKK’nın dağılma sürecine girdiğinden, terör belasından neredeyse kurtulma noktasına geldiğimizden gerçekten haberimiz olmadı mı? Ta başından beri Suriye’nin, Körfez Harekâtı sonrası Irak’ın ve İran’ın, yine ta başından beri Avrupalı, Amerikalı dostlarımızın PKK denen acımasız katillere destek verdiğinden sizce gerçekten haberimiz olmadı mı?
O zaman tekrar sorayım size, sizce ihanet nedir?
94’te Şemdinli’den dönüp Ankara’ya geldik. İnanın artık bu acıların bittiğini sandık, bu oyunun bittiğini düşündük. Ama nerde! İki yıl da Ankara’da geçti ömürden şehit dolu, gözyaşı, acı ve öfke dolu. Derken Paris’e geldik. Gurbetçiler sardı dört bir yanımızı. Onlar da çaresiz Van gibi, Hakkâri gibi. Sanır mısınız terörist yalnız doğuda, bir de bakın Avrupa’ya! Şu ekmek parası yok mu ekmek parası, alın teri! Nasıl seyredilir bu oyun? Kim göz yumar bu katillere, bağlasın haraca kimsesiz gurbetçimizi? Gurbetçi deyip geçmeyin, aslında büyük güç. Ne demek üç milyon, dört milyon Türk, Avrupa’nın göbeğinde! Ama siz bilmezseniz gücünüzü, güç ne yapsın sizin için!
Uzmanlarımız anlattı: İran, dini rejimini ülkemize ihraç etmek istiyor!
Kitaplar yazdık: Ülkemizin doğusunda Ermeni oyunu var!
Planlar yaptık: Yunan bizim ezeli düşmanımız!
Sonunda el birliğiyle karar verdik: Ne Avrupa ne Amerika, kimse Orta Doğuda güçlü bir Türk devleti istemiyor!
Hepsi doğru. Hepsi doğru da, böyle hayati hassasiyetleri olan bir ülke bizim gibi yapar mı? Hudutlarımız açık, gelen geçiyor, giden geçiyor. Asker hududu koruyamaz, etten duvar örmekle hudut korunur mu hiç! Hududu korumak sistem işi! Uluslararası kaçakçılık boyutunda da haklı bir şöhret kazandık. Başkale’ye gelen her memura açık teklif: bir kilo toz, bir otoboz! Bu ne demek, bir kilo eroini İstanbul’a götürürsen, gittiğin araç senindir demek! Sadece uyuşturucu olsa iyi. Aklınıza ne gelirse Van ve Hakkâri’den geçer.
Kaçak, terörü finanse etti, sormadılar mı hiç, nereden gelir bu kara para diye? Aldattılar bizi, inanın aldattılar, masum bir genç kız temizliğinde sundular bize kaçağı, bilemedik, ne kaçağı ne de kaçakçıyı. Bize ekmek parası dediler, kandık. Kaçağın terörü finanse ettiğini, ama gerçek anlamda terörü beslediğini biliyor muydunuz?
Peki, kaçaktan alınan her yeni liranın bize mermi olarak döndüğünü?
Kaçağa bulaşanların terörü yarattığını?
Peki ya teröristle kaçakçının hudutta buluştuğunu?
Ya kaçakla mücadele edenin karakolunun basıldığını?
91’de onca terörist, niye Feyzullah’ın Samanlı Karakolu’na saldırdı dersiniz?
Peki ya Alan? Bir kaçak kervanını yerle bir ettiği günün ertesinde niye saldırıya uğradı acaba?
Katil Öcalan niye, “Yüksekova ve Başkale bizim için önemlidir” diyor? Biliyorsunuz demek! Ya da bilmiyordunuz öyle mi?
Peki, her gün yapılan şehit törenlerinin anlamı neydi? Hiç aklınıza gelmedi değil mi sormak: Bunca şehit niye? Hani analar ağlamayacaktı artık? Her şehidin her damla kanının hesabı sorulacaktı? Allah Aşkına söyleyiniz, son yirmi yılda ne yaptınız hududu korumak, kaçağı önlemek, teröre son vermek, gözyaşını dindirmek için? İran hududu mazot taşıyan katırlardan, uyuşturucu taşıyan atlardan ve geçen koyunlardan görünmez oldu, sanki serbest bölge!
Dağda teröristle mücadele ettiniz öyle mi? Siz her giden teröristin yerine yenisinin geleceğini bilmiyordunuz yani? Yapmayın Allah aşkına.
Şimdi bize diyeceksiniz ki, şehitler ölmez!
Peki, siz değil miydiniz ütülü ve koyu renk elbiselerinizle şehit törenlerine gelen ve de giden! Sormadınız mı hiç kendinize bu şehit neden şehit! Biz biliriz sizi, başka ne söyleyebilirsiniz ki! Güzelim çiçek bile solar sizin yanınızda. Öldüremeyeceğiniz tek şey kaldı, o da şehit! Her gün al bayrağa sarılı tabutları kara toprağa gömüyoruz, gün geçmiyor şehit haberi almadan. Çanakkale olsaydı, biz de derdik aynısını. Biz herkesten önce bağırırdık Sakarya olsaydı. Kıbrıs olsaydı zaten bizi tutamazdınız. İlk ateşte şehit oldu! Kim, bizim canımız. Kimin ateşi? Nerde yetişiyor bu terörist? Doğuran ana kim? Yapmayın Allah Aşkına! Bu bir aldatmaca! Bu bir çaresizlik! Bu bir yoksulluk. Bu şehit kanıyla oynanan bir oyun! Onun için diyorum Şehitler ölüyor, Aşkın Astsubay, Aktütün’de bir tepenin adı oldu gitti yiğidim.
Anladım, siz bize diyeceksiniz ki; vatan bölünmez!
Siz değil misiniz Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı? Masa üzerinde haritaların nasıl çizilmiş olduğunu da mı görmediniz? Kaybettiğiniz otoriteyi katillerin nasıl ele geçirdiği de görmüyorsunuz değil mi? Göz göre göre vatanı bölüyorsunuz siz, sanıyorsunuz biz anlamayız!
Yokluktan Türkçe öğrenememiş halkımıza Kürtçe öğretmeye kalkmak, Türk olan bir millete, Kürtlük de var demek, Türklüğü aşağılamak, ne demek!
Peki ya adına demokrasi deyip devleti ayağa düşürmenize ne demeli? Kapalı kapılarınız bile kalmadı, söküp attınız bir bir! Sahi siz, devlet nedir, bilir miydiniz?
Anladım, şimdi siz bize diyeceksiniz ki; kahrolsun PKK!
Hâlâ görmüyor musunuz değil mi, PKK kahrolmuyor. PKK mafya oldu artık haraç alıyor zorla. PKK ağa oldu artık hem de kaçak! Siz dediniz değil mi, gel masaya oturalım diye? Kime? Şimdi bir umut da verdiniz! Sahi siz terör nedir bilir misiniz? Ateş yakmadı değil mi sizi hiç! Ateş hiç size düşmedi değil mi? Siz ateşin yaktığını nerden bileceksiniz ki, düşmediyse bağrınıza hiç!
Sorarım size, sizce devlet nedir?
Devlet, koyunla kuzunun yaylada otlaması demektir. Gece korkusuzca uyumak, sabah yeni güne başlamanın mutluluğunu hissetmek, devlet demektir. Şemdinli’nin Konur köyünde buz gibi ayranı subaşında içmek, Van’ın Gürpınar ilçesi Oğuldamı köyünde tereyağında kırmızı benekli alabalığı yemek, Çatak Yukarı Narlıca’da Uzuntekne’nin otunu kesmek devlet demektir. Hele bir de ay yıldızlı bayrağın gölgesinde yarım saat kestirebiliyorsanız, İstiklal Marşını duyduğunuzda yüreğiniz kıpır kıpır oluyorsa, Barzani’nin adamlarını görebiliyorsanız uzun kuyruklar altında Türk kimliği alabilmek için, işte o zaman devletin tadına doyum olmaz. Devlet demek güç demektir, otorite demektir. Huzur ve güvenlik demek, insanın insanca yaşaması demektir.
Konur’da Kerem gece uyuyamaz terör belasından, ama siz rahat rahat uyursunuz. Oğuldamı köyünde tereyağlı alabalığı teröristler yer ancak. Köyler boştur, köylü çaresiz. Ama siz kırmızı benekli alabalık nedir bilmezsiniz ki! Özgürlüktür o özgürlük! Elinden aldığınız kuzuların özgürlüğü! Siz ot nedir onu anlamazsınız, ama Uzuntekne’nin otu demek hayat demektir koyunlar için, bilmezsiniz.
Ay yıldızlı bayrağın gölgesinde uyumak demek; yattığınız yer vatan, siz de evladısınız demektir! Ama siz o bayrağı şehit törenleri için yapılmış sandığınız için, vatan ve evlat size yabancı gelir. İstiklal Marşını bile törenler için sanırsınız değil mi! O bağımsızlığımızın sembolüdür. O sembolü yere atanlara müdahale etmez ve adına demokratikleşme dersiniz! Demokrasiyi de bilmezsiniz siz! Halkın özgür iradesidir o! Barzani kalkar bizim halkımıza Kürt kimliği verir, ama siz, Türk kimliğinin bizim asil kimliğimiz olduğunu da bilmezsiniz!
Biz size devlet otorite demektir dedik, ama anlayamadınız. Artık otorite doğuda devlet değil, yok artık. Çünkü siz devlet değilsiniz! Asıl mesele burada zaten; biz sizin devlet olmadığınızı biliriz de doğuda yaşayan halkımız bilmez, sizi hâlâ devlet sanır. PKK otorite olmuş, her kaçak patikasında gümrük alır, halk sanır bunlar otorite olmuş devlet yerine! Hesabı vermemiz gereken de bu zaten; kuzular terk etti yaylaları birtakım silahlı adamlar korkusundan, halkımız sanıyor devletin gücü yetmiyor! Olur mu hiç! Bu Türk devleti! Gücünün yetmeyeceği bir tehdit olur mu hiç! Bunu halkımıza nasıl anlatmalı? Devlet bizim. Devlet güçlü. Devlet her karış toprağında otorite ama lafla olsaydı bu iş, sizin gibi yapardık! Biz biliriz lafla yürümeyeceğini peynir yüklü geminin! İnanın biz biliriz, devlet siz değilsiniz! Bilmeseydik eğer dayanır mıydık bunca acıya hiç!
Teröristten vazgeçtik. Bulursak çaresini insanı insanca yaşatmanın, onlar kolay. Kaçaktan vazgeçtik; hudut da bizim, kaçak da bizim, bulursak çaresini insanı insanca yaşatmanın, bu da kolay. Peki ya devletim deyip güven verdiğimiz insanlar ne olacak? Onlar devlete inandı; koyunlarını sattı, kuzularını sattı, bal yapan arılardan vazgeçtiler. İnandılar devlet var diye yanlarında. Onlar ne olacak? Koyun zaten İran’dan gelir kaçak, Irak’tan gelir kaçak. Bal da gelir kaçak. Peki, halkımız ne olacak!
Dedim ya koyundan vazgeçtik, kuzudan da. Canımızdan da vazgeçtik diyelim hep şehit olalım, peki devlet ne olacak? Devlet olmadan halk olur mu hiç! Devleti devlet yapan halk, halkı halk yapacak olan devlet! Ama son yirmi yıldır devlete güvenen kaldı çaresiz.
Van’da caddeden geçerken geçici köy korucularına ne derler bilir misiniz: Çaş! Çaş! Ne demek bilir misiniz? Onlar buna katlanır, onlar sineye çeker. Niye? Çünkü devlete güvendiler. Bilirler insan ölür devlet ölmez! Bilirler koyun da ölür kuzu da ama devlet ölmez! İnanın bana, o insanlar hâlâ bayrağına, toprağına, vatanına bağlı ise eğer, sadece devlet için.
Ayranlı’dan Felemez’e bir yakından bakın! Yiğit delikanlı. Bildiğimiz Anadolu yiğidi. Gevaruk’da kuzularını otlatırdı, kendi özgür, kuzular özgür. Önce kardeşini öldürdüler, Ferzende’yi. Sonra kuzularını aldılar birer birer dayanamadı. Herki aşiretinin büyüğü Sabri Ağa’ya bir bakın! Babayiğit adamdı bir zamanlar, yanında devlet vardı. Çocuklarını öldürdü teröristler, yolunu kestiler. Dayanamadı. Koruyamadık. Şimdi görseniz bir yaşlı, bir ihtiyar dersiniz. Değil! Yiğitliği yapan yürek geçen yıllar değil!
PKK kol geziyor, bizim ayran içtiğimiz yerde. Barzani almış başını gidiyor. Diyor; devlet öldü, çaresine bakın başınızın çare bende! Ama onlar hâlâ bir ümit taşıyor; bu devlet öyle büyük ki onlar için, kolay kolay ölmez. Doğru da söylerler. Ama insan gördüğüne inanıyor, işittiğine değil. Göstermek gerek devletin ölmediğini. Devlet demek umut demek! Devlet demek güven demek! Devlet demek insan demek! Anlatmalı devleti, umutları yok etmemek gerek. Umut da giderse ne yapsın Kerem, ne yapsın Fatih!
Gencecik kaymakamlarımız fırsat kolluyorlar halka hizmet edebilmek için. Devletin var olduğunu halka anlatmak için çabalıyor ama çaresiz! Doğu oldu sürgün yeri, “İki yıl bitir gel” diyorlar sanki. Olur mu hiç! Kim kuracak kooperatifleri, bal yapan, kilim yapan, ceviz yapan? Kim çıkaracak karanlıktan aydınlığa halkımızı? Ya öğretmenlerimiz? Ordumuz vatanın her karış toprağında hazır, milletinin emrinde! Neden başlatmazsınız bir seferberlik, eğitim için, üretim için, imar için kısacası halka hizmet için!
Biz kaçağı anladık, para ve pul. Biz anladık kaçağı; terör ve terörist. Hudut deyince durmalı, başlı başına bir sorun o. Bilirim onun da elbet buluruz çaresini. Ermenistan’ın ülkemiz üzerinde oyunları varmış. Olacak elbet, Ermeni bu! Rusya, Amerika, Yunanistan gizli emeller beslermiş, hepsi kolay! Biz devletiz! Problem İran’da, İran’da ama bunu nasıl anlatmalı ki? Desem ki, biz İran’la dindaşız, yetmez. O Müslüman, biz Müslüman, aynı ezanı dinleyip, aynı sala ile mezara gideriz. Desem de anlamı yok, toprağa da gitsek ayrı ayrı gideriz. Ama bir türlü bunu anlayamayız, o İran, biz Türkiye’yiz. Sanırsınız İran, güçlü Türkiye ister? İstemez. Siz olsanız, yanınızdaki komşunun, varlığınıza tehdit olabilecek bir komşunun sizden güçlü olmasını ister misiniz? Bir de yanınızda petrol olsa, dünyanın gözlediği? Mesele bu işte! İşin garibi İran terörü besler, İran Türkiye aleyhine ne olsa yapar, üstelik nükleer güç olma yolunda ilerler, biz garip, biz biçare sadece seyrederiz! Bu biz miyiz? Bu duruma düşen biz miyiz? Hayır! Bu biz değiliz, ama bizi bu hale getirdiler.
Sizce kader mi bu? Hayır! Türklüğün kaderi bu değil!
Diyorlar ki milyonlar, hem de çok milyonlar açlık sınırında, yoksulluk sınırında. Diyorlar ki huzur yok, mutluluk yok, güven yok. Diyorlar ki eğitim, öğretim, sağlık yok. İşsizlik almış başını gidiyor sanki tazı. Bunu diyen biziz başkası değil! Buna karşılık siz diyorsunuz ki, sorun kimlik sorunu! Siz diyorsunuz, türban takmadığımız için bunlar başımıza geldi! Siz diyorsunuz ki, laik yaşam yaşam değil, ondan bunlar! Allah aşkına siz kimi kandırıyorsunuz! Bakıyoruz, ama görmüyoruz öyle mi?
Devlet bizim, bizim saygımız devlete!
Öl dediniz öldük, sizin için değil devlet için!
Sık dediniz kemerleri sıktık, sizin için değil devlet için.
Ne oldu sonunda? Gördük ki, biz devleti düşünürken, siz sizi düşünüyormuşsunuz meğer! Hesap bu! Bizim derdimiz başka, sizin derdiniz başka. Ondan anlaşmak zor oluyor zaten siz başka, biz başka!
Anlamıyorum, biz kimden ve neden medet umacağız?
İran mı bize yardım edecek? Hayır!
Yunanistan Avrupa Birliğine girmemizi mi sağlayacak? Hayır!
Amerika mı kapıda bizi destekleyecek? Hayır!
Yoksa İsrail’e mi kaldık? Hayır!
O zaman özümüze dönelim ve bize bizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini anlayalım artık! Biz gücü halkımızda arayalım, başkasında değil! Bize ne olursa, bizden olur bilelim, başkasından değil!
Yüreğimizi ferah tutalım; hudutlar korunur, kaçak da önlenir, terör de önlenir terörist de. Yüreğimizi ferah tutalım; açlıkla, işsizlikle de baş ederiz. Ama eğer ki halkı anlamazsak, halkın yanında olmazsak, uzaktaki köy bizim köyümüz demezsek, Kerem’e sırt çevirir, ne olur ki bundan, kara kuru bir Kerem işte der ve ondaki yüreği görmezsek, bu can bizim can giden de gelen de bizim demezsek, işte o zaman korkalım. O zaman uyumayalım, korkulu rüya görmemek için! Hem de hiç uyumayalım, emin olmadığımız bir yarına başlamamak için!
İşler iyi gitmiyor, bilirim. Doğru bu, işler hiç iyi gitmiyor. Ama inanın endişelenecek bir şey yok! Biz ne zorluklar yaşamadık mı? Bunu da hallederiz inanın, hiç endişe etmeyin. Hem de hiç!
Benim asıl merak ettiğim hesap, bu hesap kimin?
Beni asıl düşündüren, hesabı kim isteyecek ve bu hesabı kim verecek?
Bana inanın, düşündüğüm tek şey bu, hesabı kim soracak!
İnanın, bende kalan son şey bildiğim, bu hesap bizim hesap ama soracak kim?
Erdal Sarızeybek / HESAPLAŞMA KİTABINDAN BİR ALINTI.